PROBİYOTİKLER NE İŞE YARAR?
Yaşam boyu 60 - 80 ton kadar besin maddesi ve içecek tüketmekteyiz. Yiyecek ve içecekler ile birlikte sayısız zararlı madde de almaktayız. Sindirim sistemimiz yaşamımız için gerekli maddeleri uygun hale getirdikten sonra absorbe etmektedir. Zararlı maddeleri de zararsız hale getirmektedir. Sindirim sistemimiz dışa açıktır ve dış dünya ile temasta olduğumuz en önemli sistemimizdir. Sindirim kanalımız hergün, bildiğimiz ve bilmediğimiz sayısız kimyasal ajan, bakteri, virüs, mantar, maya, parazit ile temas etmektedir. Sindirim sistemimizde, büyük çoğunluğu faydalı, çok azı zararlı bakterilerden oluşmuş bir canlı dünyası vardır. Buna bağırsak florası diyoruz. Bugünlerde en güncel haliyle söylersek barsak MİKROBİYOTASI.
Vücudumuzda bulunan hücrelerin 10 katı kadar olan bu mikrobiyota, normal floramızda (gastrointestinal, deri, akciğer, ürogenital sistem) yaklaşık 90 trilyon bakteri olarak varlığını sürdürmektedir. Sindirim kanalımız mikroorganizmaların en yoğun bulunduğu sistemdir ve bu bakteri yoğunluğu en fazla ince bağırsağın son kısmı ve kalın bağırsakta bulunmaktadır.
Doğumla birlikte flora oluşmaya başlar. Normal floranın oluşumunda doğum şekli ve beslenme şekli önemli rol oynar. Normal doğum ve anne sütü ile beslenme floranın süratle oluşmasını sağlar. Normal doğum ve anne sütü ile beslenmede flora yararlı bakteriler bakımından zengindir. Sağlıklı yaşam için hayata ilk adım normal doğumla atılmalı ve anne sütü ile beslenerek devam edilmelidir. Sezeryan ile doğumda bebeğin bağırsak florası geç oluştuğundan hastalıklara daha yatkındır. Anne sütünün yerine verilen bebek mamaları ve içecekler floranın sağlıklı oluşmasında anne sütü kadar başarılı değildir. Bebeğin florasının oluşmasında doğum şekli (normal, sezeryan) beslenme tarzı (anne sütü, mama) ve yaşadığı ortamdaki hijyen koşulları etkilidir. Bebek sütten kesildikten sonra yeni beslenme tarzı ile flora zenginleşir ve yetişkinlerin florasına benzer hale gelir. Çocuğun florası ailesinin florasına benzer özelliklere sahiptir. Bu florada yaşam boyu ufak tefek değişiklikler olsa da genellikle sabittir.
Fakat kişinin yaşam tarzı yanı sıra beslenme tarzı flora üzerine etkileri olabilir. 2-3 yaş civarı çocuklarda normal flora gelişmiş olur. Bu flora bireysel özellik gösterir ve parmak izi gibi farklılığını yaşam boyu taşır. Bugünkü bilgilerimize göre 500'den fazla türde mikrop insan bağırsak florasında bulunmaktadır. Tüm insanların florasında ki mikrop türleri aynı değildir. Bireysel farklılıklar mevcuttur. Bireysel farklılıkların yanı sıra beslenme tarzına bağlı olarak ta (sosyo-ekonomik koşullar, dini inançlar, bölgesel alışkanlıklar, coğrafi faktörlerin beslenmeye etkisi) florada farklılıklar görülmektedir.
Atalarımız besinleri doğal şekliyle tüketiyorlardı. 500'den fazla bitkisel besinleri vardı. Besinlerini çiğ yada doğal olarak mayalanmış şekilleriyle tüketiyorlardı. Onların besinleri lifli, antioksidanlardan, omega-3 yağ asitlerinden, bakteri ve mayalardan oldukça zengindi. Çağımızın modern insanı sanayi ve teknoloji evrimi ile birlikte modern gıda teknolojisi ile tanıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısında mikrop ve hastalık ilişkilerinin ortaya konması ile de hijyen kavramları gündeme geldi. Toplumda oluşan mikrop korkusu nedeniyle de rafine, steril besinler tercih edilmeye başlandı. Böylece toplumlar daha az bitkisel besin, daha az mayalanmış gıda, lifli, antioksidanlardan ve omega-3 yağ asitlerinden fakir fakat yabancı kimyasallar bakımından zengin diyet ile tanışmış oldu.
Pişirilmiş, konserve yapılmış, kurutulmuş içinde koruyucu kimyasal bulunan ürünlerin tüketimi hızla arttı. Bu arada hayvancılıkta, balıkçılıkta, ziraatta kullanılan kimyasal maddeler, antibiotikler nedeniyle de yiyecek ve içeceklerde, daha önce insanoğlunun tanımadığı ajanlar ile de sindirim sistemimiz tanışmak zorunda kaldı. Bu arada yaygın antibiyotik kullanımı da devreye girdi. Bu faktörlerin etkisiyle yiyeceklerimizdeki yararlı bakteriler ortadan kalkmaktadır. Bu nedenle günümüz insanının bağırsak florasının atalarınınkinden farklı olması doğaldır. Günümüzde mevcut floramızın ideal bir yapıya sahip olup olmadığı aşikardır.
2. dünya savaşından sonra batı dünyasındaki sosyo-ekonomik refah hijyenik yaşam olanaklarını sağlamıştır. Hijyenik yaşamla birlikte rafine, steril gıdalarla beslenme alışkanlığının iltihabi bağırsak hastalıklarının (ülseratif kolitis, crohn hastalığı) görülme sıklığını arttırdığı düşünülmektedir. Hijyen koşulları sağlayamamış fakir toplumlarda özellikle kırsalda yaşayanlarda bu hastalıklarda nadir görülmektedir. Bu hastalıkların kökeninde genetik yatkınlığın yanı sıra, bağırsaktaki bağışıklık yanıt bozukluğunun ve bağırsak florasında ki dengenin bozulmasının da rolü olduğu düşünülmektedir. Bu hastalarda bağırsak florası bozulmuştur. Atopik hastalıkların görülme sıklığı batı toplumlarında son yıllarda her geçen gün artmaktadır. Atopik denildiği zaman bu kavram içinde atopik egzema, alerjik rinit ve astım bulunmaktadır. Prematüre çocuklarda ve sezaryenle doğan çocuklarda kalın bağırsak florası geç oluştuğu için barsakta ki bağışıklık sisteminin gelişmesi de gecikmektedir. Bu nedenle de atopik egzema sık görülmektedir. Gelişmiş batı ülkelerinde hayatın ilk ayında aşırı hijyen nedeniyle çocuklar mikroorganizmalara mağruz kalmadığından atopik dermatisis çocuklarda sık görülmektedir.
Batı ülkelerinde kronik nükseden bu hastalık %20-25 sıklığında görülmektedir. Probiyotik yani yararlı bakteriler verilince deri lezyonlarının gerilediği görülmektedir. Gebe anneler gebelikleri süresince ve emzirme periyodunda probiyotik almaya devam ederlerse çocuklarında atopik egzema riski %50 oranında azalmaktadır. Probiyotik alımına emzirme sürecinde de devam edilmesi çocukların alerjik ve enfeksiyöz hastalıklara karşı korunmalarını sağlamış olurlar.
Bugün artık, bu bozuk floranın sağlığımızı ne kadar olumsuz etkilediğini biliyoruz. Bunun için, bozulmuş floranın düzenini sağlamak adına probiyotik, prebiyotik ve simbiyotik adını verdiğimiz ürünler almayı öneriyoruz.
Peki bunlar ne demek?
Probiyotikler; yeteli miktarda ağız yoluyla alındığı zaman kişinin sağlığı ve fizyolojisi üzerinde pozitif etki yapan, bağırsak florasında dengeyi geliştirerek kişinin sağlığını olumlu yönde etkileyen yararlı canlı mikroorganizmalardır.
Prebiyotikler; üst gastrointestinal sistemde sindirime uğramadan kalın bağırsağa ulaşabilen ve orada bazı bakteri ve bakteri gruplarının (probiyotiklerin) çoğalmasını, aktivitesini uyaran besin maddelerine denir.
Sinbiyotikler; probiyotik ve prebiyotikleri birlikte bulunduran ürünlere simbiyotik denilmektedir.
Probiyotik yani yararlı dost bakteriler binlerce yıldır besin maddeleri ile alınmaktadır. Tevrat'a göre Hz.İbrahim uzun ömrünü ekşi süt içmesine borçludur. Eski Romalılar da bağırsak enfeksiyonlarında mayalanmış süt içilmesini öneriyorlardı. Türkler de yüzyıllardır yoğurt, kımız, kefir, turşu ve sirkeyi hem beslenmek için hem de sindirim sistemi hastalıklarında kullanmaktadırlar. Nobel ödüllü Rus bilim adamı Eli Metchnikoff 1907'de bol yoğurt yiyen kafkas köylülerinin uzun ömürlü olduklarını bildirmiştir. Probiyotikler bağırsak florasında ki düzen sağlanana kadar her gün düzenli alınması gerekir. Düzenli probiyotik kullanarak bağırsakta ki zararlı bakterileri kontrol altında tutmak olasıdır. Kolonun yararlı bakteriler ile düzenlenmesi probiyotik yada prebiyotiklerin düzenli olarak alınması ile mümkündür ve bu sayede bazı hastalıkların önlenebileceği düşünülmektedir. Sirozun önlenmesinden kolon kanserinin önüne geçilmesine kadar bir çok alanda probiyotikler faydalıdır.
Probiyotik kullanan çocuklarda karın ağrısı ve huzursuzluk daha az sıklıkla görülmektedir. Ayrıca probiyotik ürün kullanan bebek ve çocuklarda antibiyotik kullanımına daha az gereksinimin ortaya çıktığı görülmüştür. Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık %25 kadarı 65 yaşın üzerindedir. Yaşlılığın bir çok hastalık için risk faktörü olduğu bilinmektedir. Yaşlılarda bedensel fonksiyonlarda bir güçsüzlük, sindirim akışında bir yavaşlama, bağışıklık yanıtında bir yetersizlik görülür. Yaşlılarda bağırsaktaki bakteriyel florada mikrop sayısı değişir, yararlı bakterileri azalırken, patalojik bakteri sayısı artmaktadır.
Yaşlılar probiyotik içeren fermente süt ürünleri ile beslenirlerse bağırsak florasında bozulan denge düzelir, flora genç yetişkinlerinkine benzer hale gelir. Yaşlılar sağlıklı beslenmeye özen göstermelidirler. Probiyotik yoğurtların laktoz, protein, yağ, folik asit, B vitamini, kalsiyum ve forfor yönünden zengin olduğu unutulmamalıdır. Yaşlıların sorunu olan osteoporoza karşı önlemde ilk akla gelecek gıda yine yoğurttur. Yoğurt uykunun regülasyonuna da katkıda bulunur. Ancak bu yoğurt homojenize olmamalı ve probiyotik anlayışına göre mayalanmış olmalıdır. (Yoğurt üretildiği zaman 1 gr'da 108 bakteri içermelidir ve raf ömrü süresince de bu özelliğini korumalıdır)
Kefir; inek, koyun, keçi sütünden elde edilen fermente süt ürünüdür. Kuzey kafkas halklarının geleneksel içeceği olan kefir Türkçe konuşan asya devletlerinde, Rusya, Polonya, Macaristan, İsveç ve Almanya'da üretilmektedir. Kefir, kefir daneler (peygamber darısı-mini karnabahara benzer) içinde symbioz halinde yaşayan mikroorganizmaların sütü fermente etmesi ile oluşur. Kefir Probiyotik bir üründür.
Kımız; kısrak sütünden yapılan fermante bir üründür. Günümüzde inek sütünden de kımız üretilmektedir. Tüberkiloz ve gastrointestinal sistem rakatsızlıklarında ilaç gibi kullanılmıştır. Kımız günümüzde Türkçe konuşan ülkelerde, Rusya'da üretilmekte ve tüketilmektedir. Probiyotik bir üründür.
Probiyotik Ürünler Piyasada Hangi Şekillerde Bulunmaktadır?
Yukarıda da söz ettiğimiz gibi fermente süt ürünlerinde kültür veya ilave edilmiş şekilde yoğurt, ayran, kefir, peynir, kımız, tereyağı ile katkısız üretilmiş turşu, sirke ayrıca bebek sütüveya mamasına katılmış olarak, meyve sularına ilave edilmiş şekilde, dondurmada, ilaç kapsüllerinde ve toz şeklinde mevcuttur. Probiyotik ürünler ilaç gibi besinlerdir fakat ilaç değillerdir. Günümüzde yüz milyonlarca insan probiyotik ürünleri tüketmektedir. Bu ürünlere ait bir yan etki bildirilmemiştir. Probiyotik ürünler dünyada tehlikesiz ve güvenilir olarak kabul edilmektedir.